19 Aralık 2011 Pazartesi

18 KASIM VE KÜRT İSYANLARI

Bu gün 18 Kasım ….

Aslında ellerim bir türlü yazmaya gitmiyor. İçimde kırılan hüzün, bağrıma bir karın ağrısı gibi acı veriyor. Nedense her 18 Kasımda aynı duyguları yaşarım. Bazen insanlık onuruna dair hiç bir şeyin kalmadığına inanır içimdeki umutların gittikçe azaldığını, söyleyeceklerimin ve yazacaklarımında bir iç boşlatma ve rahatlamadan öteye gitmeyeceğinin kanısına varıyorum.


Kürt halkı tarihinde çok 18 Kasımlar yaşadı. Fakat okulsuzluğa, dilsizliğe, ve bilgisizliğe terk edilmiş bir halkın ne kadar tarihi bilgisi varsa Kürtlerin de geçmişi hakkinda o kadar bilgisi vardır.

Bu tarihi karanlığın bir kader olduğu, ezikligin, horlanmanın, yoksulluğun, sürgünlerin, inkar edilmenin, alın yazısı olduğuna inandırılmaya çalışılan bir halkın aydını olmak, yurtseveri olmak, düşünürü olmak, savaşçısı olmak, işin ne kadar zor olduğunu ve bir o kadar da ağır sorumluluklarla yüklü olduğunu görmek ve anlamak durumundayız.

Evet bu gün 18 Kasım.

1936 dan 1946 a kadar süren ve bir Kürt ayaklanması olan Dersim isyanının önderi Seyit Riza ve arkadaşlarının idam edilişinin yıl dönümü. 70 yıl önce bu gün Elazıg Buğday Meydanında sabah şafak sökmeden idam edildiler.

Aslında orada idam edilen Seyit Rizanın şahsında tüm Kürt halkıydı. Kürtlerin geleceği, dili, onuru, tarihi, umutları, ve direnişiydi.

Dersim ayaklanması basit bir isyan olarak görmemek gerekir. Dersim ayaklanması her şeyden öteye Kürdistan tarihinde en büyük ve en kapsamlı Kürt ayaklanması olarak görülmeli.

Osmanlıdan T. Cumhuriyetine kadar ki süreçte en büyük ayaklanma olarak yerini almıştır.

Öyle ki bu ayaklanma yüzbinlere varan ölümleriyle bir katliama, soykırıma dönüşmüştür.

Bunu kesin olarak söylemek gerekirki; Osmanlının ve Turkiyenin en cok zorlandığı ve yeri geldiginde umudunu kestiği en büyük direniş Dersim ayaklanmasıdır.

Dersim isyanı bastırıldıktan sonra İsmet İnönü ve Yunus Nadi şöyle bir açıklanmada bulunurlar;

Seyit Rıza ve beraberindekilerin idamı üzerine verdiği demeçte, Dersim meselesini ortadan kaldırdık... Dersim müşkilesinden kurtulduk derken, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi, Tarihe Gömülen Dersime Dair başlıklı 18 Kasım 1937 tarihli yazısında, Senelerden beri adına Dersim denilen mesele tarihin ummanına katılmış ve ebeddiyen ölmüştür demektedir. *1

1928-1932 yılları arası bir kaç defa ayaklanmış, Kocgiri isyancılarını devlete teslim etmeyen Dersim halkı yakın bir zaman diliminde başına geleceklerden habersiz yaşıyordu.

Dersime sığınan isyancıların iade edilmemesi gerekçesiyle saldırı zeminin oluştuğuna inanan devlet, Osmanlıdan beri bir türlü hakimiyetini sağlayamadığı Dersimi ortadan kaldırmak için kararlıydı. Bu sorunu tamamen ortadan kaldırmak için hemen Aralık 1935 de Tunceli kanunu çıkarılır ve Dersimin ismi Tunceli olarak değiştirilir.

1936 yılına gelince Dersim yasak bölge ilan edilir .

Dersime Tunceli ismini laik gören M.Kemal başından beri Dersimi bir çıban başı olarak görüp o bölgeye tunc tan bir el ile vurup dağıtmak istediğine o zamanlar karar vermişti.

Ve tahminlere göre ölenlerden geriye kalan Dersim in 120 bin cıvarındaki nüfüsünün 75 bin i ülkenın değişik yerlerıne sürgün edilir.

Bu soykırımların içerigini uzun uzun anlatmak yerine kısa bir alıntı ile özetlemek istiyorum.

Genel kurmay belgelerine göre 1924-1938 yaşanan isyanlar şu mantıkla açıklanmıştır.

1924-1938 döneminde yaşanan 17 Kürt isyanının yarısı "ayaklanma" diye tanımlanırken, diğer yarısı "harekat", "tedip" (terbiye etme) ve "tenkil" (örnek olarak ceza verme) olarak adlandırılır. Tedbir diye akla gelen ise, önde gelen Kürt ailelerini ülkenin Batı vilayetlerine sürmektir. Ancak 1927 ve 1929 tarihli tehcir yasaları caydırıcı olmayınca, Mayıs 1926 ile Eylül 1930 arasında fasılalarla gerçekleşen üç Ağrı ayaklanması dolayısıyla son derece sert bir yasa çıkarılır. Olaylara müdahale eden güvenlik güçlerinin nelerden muaf olduğuna dair bir fikir vermek için 1930 tarihli 1850 sayılı yasanın ilk maddesine bakalım: "20 Haziran 1930'dan 10 Aralık 1930'a kadar, devlet ya da vilayet temsilcileri, askeri ya da sivil yetkililer, jandarma ya da korucular ya da üst makamlara yardım eden veya tek başlarına hareket eden siviller tarafından, Erzincan Vilayeti'ndeki Pülümür ve Birinci Müfettişlik bölgesi dahil olmak üzere, Erciş, Zilan, Ağrı Dağı ve çevreleyen bölgelerde meydana gelen isyanların takibi ve bastırılması sırasında tek başına ya da topluca işlenen cinayetler ve diğer eylemler suç olarak görülmeyecektir." Yani atış serbesttir! Nitekim üçüncü ayaklanmayı izlemek üzere bölgeye giden yarı-resmi Cumhuriyet gazetesinin yazarı Yusuf Mahzar, 16 Temmuz tarihli haberinde müjdeyi verir: "Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk'ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkiyaya iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan Harekatı'nda imha edilenlerin sayısı 15.000 kadardır. Zilan deresi ağzına kadar ceset dolmuştur..."*2

Bunlar yakın tarihte yaşanmış gerçeklerdir. Kürdistan tarihinin ayrıntılarına girmeden geçmiş ile bu gün arasında bir kaç seyi dile getirmek istiyorum.

Üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen hala Dersim isyan halindedir. Osmanlıdan bu yana söylenen söz adeta her şeyin özetidir; Dersime sefer olur ama zafer olmaz. Bizler geçmişimizin karanlıkta kalan yanını aydınlatmaktan sorumluyuz. Bizler tarihten bu güne bizi ölüme mahkum eden, sürgün eden, adımızı, dilimizi, kimliğimizi, ırkımızı, değiştirmeye çalişan bir tarihe sahip Türkiye de hiç bir şey olmamış gibi, hiç bir şey yaşanmamış gibi, duyarsız, sorumsuz, sözüm ona huzurlu bir ruh hali ile her akşam kafamızı yastığa koyup rahat uyuyamayız.

Bizi hücrelerimize kadar kendine düşman etmiş bu soykırımcılara ve bunu okul kitaplarına ikinci Kurtuluş Savaşı olarak büyük bir övgüyle yazandıranlara, öğretenlere, anlatanlara, ve en acısı katilimiz M.Kemali bir kurtuluş abidesi olarak bize yutturmaya çalışanlara bir iki sözümüz olmalı.

80 yıllık inkarcı ve sömürücü politikalarını gündeminden çıkarmamış bir ülkede hala köyler yakılıp yıkılıyorsa, milyonlarca Kürt köylerinden yurtlarından sürgün ediliyorsa, demokratik yollardan sorunu ele almak isteyen Kürt aydınlarına cezaevi laik görülüyorsa, bir halkın temel değerlerine sahip çıkanlara terorist, ayrılıkçı, bölücü ve hain ilan ediliyorsa, Kürtlük ve kimlik bilinci olan her Kürdün bunlara karşı bir iki sözü olmalı.

Yıllar öncesinden bile bizleri kendilerine köle, hizmetçi, kul yapmak isteyenler bu günde aynı şeylerı dayatıyorlar.

Ey Dersimliler ey Kürtler bakın bu 80 yıllık sömürücü inkarcı politikacıların yıllar önce söylediği söze;

Zilan Deresi'ni cesetlerle doldurursa sorunu çözeceğini düşünen İsmet İnönü, "Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur" derken (Milliyet, 31 Ağustos 1930) Ödemiş'te seçmenlere bir konuşma yapan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt baklayı ağzından çıkarır:

"Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!" (Milliyet, 19 Eylül 1930)

Büyük bir ordu gücü ile Kürdistan da taş üstünde taş bırakmayanlar Kürtlere verdiği değeri şu cümlelerle açıklamaktadır;

O bölgeye ayıracak zaten fazla para yoktu. Yani ülkenin olanakları bu kadardı ancak, özellikle de fazla yatırımdan kaçınılırdı. 'Bunları uyandırmamalıyız, yol yaparak, okul yaparak milliyet hissi uyandırılmamalı' yaklaşımı egemendi. Fevzi Çakmak,ın okulu bunların cahiliyle baş edemiyoruz, okumuşu ile nasıl baş edeceğiz' demişti". Bu sözler 1932-1948 arasında emniyet teşkilatında görevler alan, 1965-1978 arasında ise aralıklarla dışişleri bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil'e ait. *3

İnsanlık onurunun kırıldığı bir tarihi var Kürtlerin.Yenilgiler yaşarken mezara gömülmüş bir halkın son cığlıkları artık hiç kimsenin duymadım, bilmiyorum, görmedim, diyemiyeceği kadar gür çıkmaktadır.

Kürtlerin her alandaki mücadelesini terör olarak nitelendirenlere şu soruyu sormalıyız; Kürtlerin merkezi bir ekonomik gelir yok, düzenli bir ordusu yok, uluslar arası yada ülke içinde özgürce diplomasi yapacak imkanları yok, üniversiteleri yok, parlementoları yok, okulları yok ve bunlardan dolayı tek seçenekleri savaştır.

Fakat Türkiye milyarlarca dolarlık bir bütceye sahip, devlet olmasından dolayı tüm kurum ve kuruluşlara sahip iken neden Kürt-Türk sorununu siyasi yollardan cözmüyorda savaşmakta diretiyor ...

Büyük bir kin ile Kürtlerin özgürlğk talebine savaş ile karşılık vermektedir. Hep ikinci sınıf, hizmetçi, ve yanaşma muamelesi yaptığı Kürtlerin bir irade olmasına tahammül edemeyenlerin yapabilecekleri tek şey geçmişte olduğu gibi yıkmak yakmak ve öldürmektir.

Öyle ki 80 yıldır hızını frenleyememiş devlet, karşısında 30 yıldır amansız direnen 5-10 bin tane Kürt gerillasının üzerine yüzbinleri aşan asker, onlarca savaş ucağı, helikopter, tank, top ve kimyasal silahlarla saldırmış durumda. Buda yetmiyormuş gibi utanmadan beşpara etmez övünçler kahramanlıklar ve gururlanmalarla kendilerini avutuyorlar.

Dersimde, Ağrida, Koçgiride, yaşananlar bir halkın kaderi değildir. Onlar yüreklerinin zenginliklerinden, insan sevgisinden, din kardeşliginden, dostane duygulardan dolayı ırkçılığı, devletçiliği, egemenliği, akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi. Onlar iyi niyetlerinin kurbanı oldular. Kürtleri yaralayanlar elbet bir gün yaptıklarının karşılığını bulacaklardır ve buluyorlardırda. Kürtleri sömüren hiç bir ülke huzurlu değildirler.

Kürtleri vurdukça kemikleşen Türk, Fars, Arap ırkçılığı kendi ülkelerinde ne demokrasiyi, nede adeleti sağlayabildiler.

Demokrasi, medeniyet, kültür, eğitim, götürüyoruz diye Kürdistan tarihine bombadan yağmurlar yağdıranlar insanlıklarını unutmuşlardır. Sırtlan sürüleri gibi ısırdıkları herşeyi zehirlemişlerdir.

Fakat ilginçtir ki Kürtler acılarla dolu yüreklerine tüm baskılara rağmen insanlık adina ne vicdanlarini yetırdiler ne de insanlıklarını. Kürtler ezilen ulus olmalarina rağmen barıştan demokrasiden ve kardeşlikten yana mücadelesiyle en zor koşularda bile insanlığın temel değerleni savunmaktan yanadır. Kürtler bu mücadeleleriyle adeta dünya medeniyetine ders verme niteliğinde fedakarlıklar yapmaktadırlar.

……

...tarih katilini arıyor, cesedini kardelen sıcaklığında

Munzur küçük bir kız koçer boylarında

kil çadırlarda yetim oluyor.

dağları öperek bağrının tam ortasından

sarılarak vadilere tepelere uzun bir saç oluyor bahara .

Munzur kar altında kan ağlıyor…

ve Dersim buz kesiliyor yüreğinde bir serçenin…

Son söz;

Tüm halklar tarihte ancak yaptıklarıyla laik oldukları yeri alırlar.

Kaynak

*1 Seyfi Cengiz

*2-*3 Alinti -AYŞE HÜR Radikal

Kaynak: Memurlar.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder