19 Aralık 2011 Pazartesi

AL BAYRAGINDAN KAN DAMLAYAN CUMHURIYETIN 90 YILLIK SUC DOSYASI

- Ağrı Katliamı: Ağrı’da 1926’da, 1927’de ve son olarak 1930’da ayaklanır halk. Ayaklanmanın ilk döneminde katledilen Kürt sayısı resmi raporlara göre 15 bin’dir. Zilan deresi cesetlerle dolar. Ağrı ayaklanmalarında katledilenlerin toplam sayısı 47 bin’dir.

Yazı: istanbul.indymedia.org adresinden alınmıştır




AL BAYRAGINDAN KAN DAMLAYAN CUMHURIYETIN 90 YILLIK SUC DOSYASI!!!

Oluk oluk akan bu kanı yazmaz resmi tarih.
Oysa bunlar, mezarlar dolusu ölüler kadar gerçektir.
Bunlar, vucüdumuza saplanan kurşunlar kadar gerçektir.
90 yıllık cumhuriyetin suç dosyası, “terör ve katliam” sayfalarıyla doludur.

CUMHURİYET HÜKÜMETLERİNİN 90 YILLIK SUÇ DOSYASI:

Burada 90 yılın en belli başlı katliamlarını, en belli başlı açık terör dönemlerini sıralamakla yetineceğiz aksi taktirde devletin yaptığı katliamlara sayfalar yetmez.
Ama bu kadarından bile şunun görüleceğinden eminiz: tarihimizin halkın kanının oluk oluk aktığı ayları, yılları, resmi tarihin içinde yoktur. Liseyi, üniversiteyi okumuş insanlarımız bile, okul bilgilerinden öğrenemez bunları.
Oysa bunlar gerçektir.
Akan kan kadar, mezarlar dolusu ölüler kadar gerçektir.
Türkiye oligarşisinin, egemen sınıflarının, Koç’ların Sabancı'ların, generallerin, burjuva politikacıların hesabını vermek zorunda oldukları bir tarihtir.
Kanla kurulmuştur bu cumhuriyet. Doğrudur. Emperyalizme, yedi düvele karşı, kahramanca dökülen halkın kanıyla kurulmuştur.
Ve sonra, halkın kanını dökerek, korumuştur ele geçirdiği iktidarı.
- Mustafa Suphi’lerin katledilmesi: Kemalist yönetim, 22 Ocak 1921'de muhalifi Çerkes Ethem'i tasfiye ettikten sadece 7 gün sonra 29 Ocak'ta Türkiye Komünist Partisi önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını katletmiştir. Bu katliam, muhaliflerin kanla, terörle susturul-maya çalışılacağının da ilanıdır.
- 1924 Nasturi Katliamı: Cumhuriyet hükümetleri, kuruluştan itibaren, diğer milliyetleri yok sayma ve yok etme politikası izlemiştir. Nasturiler Hristiyan Kürtler'dir. Bir olay bahane edilerek, 3. Orduya bağlı 7. Kolordu, 12-24 Eylül 1924 arasında Nasturi bölgesinde bir katliam operasyonu düzenlemiştir. Yüzlerce Nasturi katledilirken, katledilen sayısının çok fazla olmamasının nedeni, Nasturilerin Türkiye. sınırları dışına çıkarılmış olmasıdır.
- Şeyh Said Ayaklanması ve katliam; 1925 yılı Şubat-Nisan ayları arasında Kürt halkı ulusal hakları için ayaklandı. Ayaklanmanın önderi Şeyh Said ve liderler asıldı.
Şeyh Said’i asan İstiklal Mahkemesi savcısı şöyle diyordu: “Ayaklanma bağımsız bir Kürdistan kurmak amacıyla çıkmıştır... Bu ruhun ölmesi ve öldürülmesi en kutsal görevdir.”
“Bu ruhu öldürmek için” asıl katliam önderlerin asılmasından sonra başladı. Katliamın sonuçlarına ilişkin resmi rakamlar açıklan-mamıştır. Kahire'de yapılan bir araştırmaya göre; katledilen insan sayısı 15 bin 382, yakılan-yıkılan köylerin sayısı 337’dir.
- Açık Terör Dönemi: Takrir-i Sükun: Şeyh Said İsyanı gerekçe gösterilerek, 4 Mart 1925'te Takrir-i Sükun Yasası çıkarıldı. Kürt ulusal ayaklanması kanla bastırıldı. Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerde idamlar, sürgünler, birbirini izledi.
- "Şapka Devrimi" Terörü: Takrir-i Sükun Yasası’yla bir korku ortamı yaratılmasının ardından "Şapka Devrimi" yasasıyla, "batılılaşma" adına şapka giyme zorunlu kılındı. Tepkiler terörle bastırıldı. Başında sarık, fes görülenler, çarşaf giyenler dövüldü, elbiseleri yırtıldı ve hapis-para cezaları uygulandı. Erzurum'da kitlesel bir tepki bahane edilerek sıkıyönetim ilan edildi. 33 kişi idam edildi. Yine aynı nedenle, Rize'de 8, Sivas'ta 3, İskilip'te 2, Menemen’de 28 kişi olmak üzere çeşitli yerlerde toplam 73 kişi idam edildi.
- "İstiklal Mahkemeleri" Terörü; Kürt isyanları gerekçe gösterilerek İstiklal mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemeler, düzene muhalif tüm kesimleri susturmanın, sindirmenin aracı haline dönüştürüldü. Kastamonu milletvekili A. Kadir Kemal şöyle diyordu: "korkup çekinmeye lüzum yoktur. İcap ederse, bu memleketi kurtarmak için 500 bin kişiyi idam etmeli ve bundan asla çekinmemelidir." Öyle de yapıldı.
İstiklal Mahkemeleri’nin kaç kişiyi astığı resmi olarak bilinmiyor. Bazı yazarlar "istiklal mahkemelerinde idam edilenlerin kurtuluş savaşında ölenlerden daha fazla olduğunu" ileri sürerler. (Ki bu sayı, hastalıklar dahil, 32 bin civarındadır.) Sadece iki yılda, Şark İstiklal Mahkemeleri 420, Ankara İstiklal Mahkemesi 240 idam cezası vermiştir.
Bolu’da kurulan İstiklal Mahkemesi Başkanı Osman Bey’e ilişkin bir alıntı, bu mahkemelerin nasıl çalıştığını anlatmaya yeter: “39. ve 40. sehbalara asacak adam yoktu. İhtiyar bir köylü, yanında oğlu önünde odun yüklü merkebi geliyordu. Emrettim, ikisini de astılar.” (Kemalistler ülkesinde Cumhuriyet ve Diktatörlük-2, sf. 27)
- Ağrı Katliamı: Ağrı’da 1926’da, 1927’de ve son olarak 1930’da ayaklanır halk. Ayaklanmanın ilk döneminde katledilen Kürt sayısı resmi raporlara göre 15 bin’dir. Zilan deresi cesetlerle dolar. Ağrı ayaklanmalarında katledilenlerin toplam sayısı 47 bin’dir.
- 1938 Dersim Katliamı: 90 bin Dersimli katledilmiştir. Laç Vadisi ve Kutu Deresi bölgesinde binlerce kadın ve çocuk öldürülmüştür. Dereler alenen kan akmıştır...
Mağaralara sığınan kadın ve çocuklar, “teslim alma” ihtiyacı duyulmaksızın, mağaranın içinde bombalarla katledilmiştir.
Dersim katliamı, Kürt halkını imha uygulamalarının o dönem için son katliamıdır. Bu döneme kadar olan yaklaşık 17 Kürt ayaklanmasının hepsinde, halkın kanı akıtılmıştır.
Ülkemiz egemen sınıflarının suç dosyasındaki en ciddi sabıkalardan biri de “Nazi’lerle doğrudan ve dolaylı işbirliği”dir. Resmi tarihin en karartılmış bölümlerinden biri de budur. Dönemin iktidarları, Nazi’lere katliamcı ordularını donatabilmesi için başta krom olmak üzere maden ihracını sürdürmüşler, Hitler faşizmine karşı çıkmayan utanç verici bir “tarafsızlık” politikası uygulamışlardır.
Cumhuriyet hükümetlerinin suç dosyasına, Nazi işbirlikçiliğinin simgesi olan bir katliamla devam ediyoruz
- Struma katliamı - Şubat 1942: İçinde, Alman Nazilerinden kaçan Romen Yahudilerin olduğu Struma adlı balıkçı teknesi, Karadeniz’e açılarak Türkiye’ye sığınır. Teknenin içinde 769 kişi vardır. 70 gün, suların üzerinde bekletilirler. Ama sonuçta Türkiye hükümeti, sığınma isteklerini kabul etmez ve onların geldikleri ülkeye geri dönmelerine karar verir. Gemi Karadeniz’e açıldığında Alman denizaltıları tarafından 24 Şubat’ta batırılır ve içindekilerin hepsi ölür.
- "33 Köylü"nün katledilmesi - 1943 Temmuz: Binlerin, onbinlerin kanının akıtıldığı bir tarihte, 33 köylünün katledilmesi "küçük bir olay" belki. Ama devletin katliamcılığını göstermesi açısından çarpıcı bir olaydı. Bir koyun kaçakçılığı nedeniyle, Van’ın Özalp ilçesinde 40 köylü gözaltına alınır. 35’i soruşturma sonucunda serbest bırakılır. Ama olayın soruşturulmasını üstlenen Orgeneral Mustafa Muğlalı, bir toplantı yaparak 35 köylünün öldürülmesi kararını aldırtır. Serbest bırakılanlar tekrar gözaltına alınıp 30 Temmuz'da sınır bölgesine götürülür ve öldürülürler. Soruşturma ancak beş yıl sonra açılabildi. Dava 1958’de sonuçlandı. Muğlalı suçlu bulundu, ama çoktan ölmüştü bile.
- 6-7 Eylül katliam ve yağması - 1955’in 6-7 Eylül’ünde, şovenist bir kışkırtmayla azınlıklara yönelik yağma ve katliam gerçekleştirildi. Bilanço yıllarca tam olarak bilinemedi. Ama açıklandığı kadarı bile olayların boyutunu ortaya koymaya yeterdi:
İki gün süren olaylarda, 3 kişi öldürüldü, 30 kişi yaralandı. Ölü sayısının yüzü aştığı da söylendi, ama bu bilgi resmileşemedi.
Bunun dışında, 73 kilise, 1 fabrika, 8 ayazma, 2 manastır, 3584’ü Rum vatandaşlara ait olmak üzere 5538 gayrı menkul yakılıp yıkıldı. 70.000 Rum yurttaş Türkiye’yi terketmek zorunda kaldı.
Ve yıllar sonra açığa çıktı, itiraf edildi ki, bu, bizzat devletin, MİT’in organize ettiği bir katliam ve yağmadır. Daha önemli olan, bunun itiraf edildiği zaman bile, hiç bir soruşturma açılmamış, hiç bir sorumlunun yargılanmamış olmasıdır.
- Kanlı Pazar - 19 Şubat 1969: 6. Filo’nun ülkemize gelişini protesto etmek için 30 bin kişi Taksim’e doğru yürüyor. Oligarşinin yönlendirdiği gericilik saldırıyor: İki vatansever öldürülüyor. Yüzlerce yaralı. Bu katliam da “laik” Türkiye Cumhuriyeti iktidarlarının islamcıları, yobazları kullanmasının örneklerinden biri olarak Türkiye tarihine geçiyor.
- 12 MART TERÖRÜ
12 Mart 1971’de, ülkede gelişen devrimci mücadeleyi ve halkın muhalefetini bastırmak için ABD’nin onayıyla bir askeri darbe yapılmış, darbe bu topraklardaki devrimciler, aydınlar üzerinde bir "balyoz" operasyonuna dönüştürülmüştür.
Şehirlerde ve kırsal alanda "insan avı"na çıkılmış, infazlar birbirini izlemiş, onbinlerce insan hapishanelere doldurulmuştur.
Ordu, polis ve MİT’in ölüm mangaları, ilk olarak bu dönemde ortaya çıktılar. 1971-73 arasında onlarca devrimci infaz edildi.
İşkence, Türkiye tarihinde ilk olarak bu dönemde son derece yaygın hale getirildi. Onbinlerce insan işkence tezgahlarından geçirildi.
1961 Anayasısı kesilip budandı, kitle örgütleri kapatıldı. Halkın uyanışı, terörle bastırılmaya çalışıldı.
- 1 Mayıs 77 katliamı: 12 Mart terörü, halkın mücadelesini bastıramamıştı. Halkın hemen her kesimi yeniden örgütlendi, her alanda mücadele gelişmeye başladı.
1 Mayıs 1977’de İstanbul Taksim Meydanına toplanan 500 bin kişi, bunun göstergesiydi. Oligarşi, yine kan dökerek bu gelişmeyi engellemeye çalıştı. İşçilerin bayramını kutlamak için bulunduğu alan tarandı. 37 ölü. Yüzlerce yaralı.
Devletin en aleni katliamlarından biriydi. Katliam soruşturulmadı, katiller yakalanmadı. Türkiye egemenleri kan dökmeye devam ediyordu.
- 16 Mart katliamı: 1978’de Üniversite çıkışında öğrencilerin üzerine, kontrgerilla tarafından bombalar atıldı. 7 öğrenci öldürüldü. 10'u ağır 40 öğrenci yaralandı.

- SİVİL FAŞİST TERÖR

Oligarşinin kanlı tarihinin bu döneminde (1975-80) sahneye, sivil faşistler çıkartıldı. “Kan dökme görevi” bu dönem için onlara verilmişti.
Sivil faşistler, yıllardır bu “görev” için hazırlanıyorlardı zaten. Halkın mücadelesinin gelişmeye başladığı böyle bir dönemde, devletin fazla teşhir olmaması için arenaya MHP’li, Ülkü Ocak’lı faşist çeteler sürüldü.
1977-78’de faşist cinayetler iyice hız kazandı. İşyerlerini, sokakları, semtleri, güçleri yettiğinde şehirleri işgal edip, tüm sola ve halka saldırıyorlardı. 78 sonlarında, kitle katliamlarına başladılar.
Bu dönemde dökülen kanın da net, kesin bir bilançosu yoktur. 1977-80 arasında yaklaşık olarak 5-7 bin kişi faşist çeteler tarafından katledilmiştir. Resmi üniformalıların aynı dönem boyunca katlettikleri binlerce insan bu rakama dahil değildir.
- Maraş katliamı - 20-24 Aralık 1978:
Faşist terörün, alevi-sünni ayrımını kışkırtıp sahneye koyduğu kitle katliamlarının en büyüğü Maraş katliamıdır. Devletin ordusunun, polisinin himayesinde, kontrgerillanın bizzat organizasyonuyla gerçekleştirilmiştir.
Maraş’ta, CIA’nın ve oligarşinin örgütleyip desteklediği faşist hareket aracılığıyla alevi halka karşı gerçekleştirilen katliamda, resmi rakamlara göre 111 kişi katledildi. 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı.
- İnciraltı katliamı - 12 Haziran 1980: Üniversite sınavına girmek için İzmir İnciraltı öğrenci yurduna gelen 6 öğrenci, gece düzenlenen şenliğe saldıran asker kurşunlarıyla katledildi.
- Çorum katliamı - 4 Temmuz 1980: Saldırı faşist hareket tarafından 30 Haziran’da başlatıldı. 4 Temmuz’da kitle katliamına dönüştü. 4 Temmuz günü 26, ondan önceki saldırılarla birlikte toplam 50 kişi öldürüldü.
- Tarsus katliamı - 23 Nisan 1980: Sık sık kaza olan Adana-Mersin karayoluna üst geçit yapılması için gösteri yapan halkın üzerine jandarma ve polis ateş açtı. Saldırıda 10 kişi öldürüldü. 21’i ağır 300 kişi yaralandı.
- AÇIK TERÖR DÖNEMİ:
12 EYLÜL CUNTASI:
12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbeyle başlayan dönem, Türkiye tarihinin en “karanlık” ve “en kanlı” dönemlerinden biridir.
Faşist cuntayı, Amerikan generalleri "bizim çocuklar işbaşına geldi" diye karşıladılar.
Terörün boyutlarını, dökülen kanın boyutlarını, rakamlar tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor:
Bu dönem boyunca 650 bin kişi gözaltına alındı, gözaltına alınanların hemen tamamı işkenceden geçirildi.
230 bin kişiye dava açıldı, 517 idam cezası verildi, 49 kişi asıldı, 600 kişi katledildi. Hapishanelerde işkencehaneye dönüştürüldü. Onlarca tutsak katledildi.
Sendikalar, partiler, kitle örgütleri kapatıldı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi... Bütün bunlar olurken, ABD, "aferin" diyordu generallere. Türkiye halkının üzerine çöken karabasan, onlar için "huzur ve istikrar" demekti... Ve 12 EYLÜL HALA SÜRÜYOR...
90 YILLIK KATLİAMCILIĞIN KANITLARI VE SANIKLARI BURADA!

Bu suçları işleyenlerden daha büyük, daha tehlikeli terörist olur mu?
Demirel’den Evren’e, Türkeş’ten Ecevit’e, Tansu Çiller’den Necdet Menzir’e, Doğan Güreş’ten Mehmet Ağar’a, Sami Türk’ten Sadettin Tantan’a,
MHP’yi, ölüm mangalarını finanse eden Sakıp Sabancı’lardan Çakıcı’lara
MİT, Polis şeflerine, TSK’nın generallerine kadar...
işte binlerce katliam suçlusu.
Amerikalıların 11 Eylül’de gördüğü kan, bu topraklardan hiç eksik olmadı.
“Adalet” deyip duran ABD, NATO, Açıklayın!
12 Mart, 12 Eylül, faşist çeteler, kontrgerilla örgütlenmeleri, sizin eseriniz değil miydi?
Bunların bu topraklarda döktüğü kanın, bu halka çektirdiği acıların sorumlusu siz değil misiniz?
Siz, ve sizin işbirlikçilerinizi, yeryüzündeki en büyük teröristlersiniz.
Sizin ne “terör”den şikayet etmeye, ne “adalet”ten sözetmeye hakkınız yoktur.

TÜRKİYE TARİHİ KAN AKIYOR...

Bu bölüm, 80’li yılların ortalarından bugüne kadar olan yaklaşık 15 yıllık bir dönemi kapsar.
Akan kanın rakamlara sığmadığı yıllar...
Bu dönem, bir çok açıdan önceki yıllardan farklıdır. İktidarların suçları çeşitlenmiş ve önceki dönemlerde olmadığı kadar yoğunlaşmıştır. 12 Mart’larda, hatta 12 Eylül’ün generallerin açık yönetimi döneminde, infazların sayısı, iki, en çok üç haneli rakamlarla ifade edilebilirken, bu dönemde, artık oligarşinin döktüğü kan, rakamlara sığmaz olmuştur.
İnfazlar, kaybetmeler, bu dönemde, devlet terörünün sürekli ve sistematik uygulamalarına dönüşmüştür.
Halkın kanını dökmek için kurulan “örgütlenmeler” uzmanlaştırılmış, çoğaltılmış ve bunlar üzerindeki koruyucu kalkanlar güçlendirilmiştir.
Askerlerin ellerinde kesik başlarla çektirdiği fotoğraflar elden ele dolaşmaya başlamış, ölüm mangaları, güpegündüz, şehirlerin en kalamalık yerlerinde infazlar gerçekleştirip, bunları havaya ateş ederek kutlar hale geelmiştir.
Kan dökmekte uzmanlaşan bu mekanizma, bugün, “teröre karşı tecrübemizden yararlanın” diye, pazarlanmaya çalışılmaktadır.
Bu üçüncü dönemin tarihi, işte bu “tecrübenin” nasıl kazanıldığının da tarihidir.
Köy Yakmalar, Boşaltmalar, Faili Meçhuller: 12 Eylül ve onun devamcısı olan iktidarlar, Türkiye Kürdistan’ında 12 Eylül’den itibaren büyük bir terör uyguladılar. 1984’te bölgede gerilla savaşının başlamasıyla, ordunun terörü, açık katliamcılığa dönüştü. Köy meydanları işkencehane oldu.
Bizzat ABD Dışişleri Bakanlığı’nın raporuna göre 1984-2000 arasında 4 bine yakın köy yakıldı, boşaltıldı. 2 Milyon yoksul Kürt göç etmek zorunda bırakıldı.
Subaylardan, itirafçılardan ve Hizbullahçılardan oluşan kontra birlikleri, binlerce kişiyi katlettiler ve bunlar "faili meçhul" kaldı.
Sınırsız ve dizginsiz vahşet dönemi: Bu yıllar boyunca, bölgedeki asıl otorite, kontrgerilla güçleri oldu.
Yoksul köylüler katledildi, gerilla diye açıklandı.
Sağ ele geçirilen gerillalar, infaz edildi.
Gerillalar, yurtsever halktan insanlar, yakıldılar, kimyasal silahlar kullanıldı.
İşkencelerde paramparça edilip, bölgenin kuş uçmaz kervan geçmez dere yataklarına, bilinmezliklere gömüldüler.
Bunlara dair, hiç bir rakam yoktur ortada.
Bunlardan yargılanan, ceza alan hiç bir “resmi görevli” de yoktur.

İNFAZ TERÖRÜ:

1990’ların ilk yıllarından itibaren, belli başlı büyük şehirlerde, ölüm mangalarının açık terörüne tanık olunmaya başlandı.
Terör, temel olarak iki biçimde görülüyordu: Bunlardan biri İNFAZ’lar, diğeri KAYIP’lardı.
Terörün her iki biçiminin sonuçlarına ilişkin de kesin rakamlar yoktur ve belki hiç bir zaman olmayacaktır.
Bilinen, 1990-1999 arası, şehirlerde evlerinde, işyerlerinde resmi ölüm mangaları tarafından infaz edilenlerin sayısının 1000’i aştığı, faili-meçhul cinayetlerin 10 bin’den fazla olduğu, kaybedilenlerin sayısının ise, ancak "binlerce" diye ifade edilebileceğidir.
1990’da Tuzla Köprüsü’nün altında dört devrimcinin birtakside katledilmesi, artık dizginsiz ve kesintisiz sürecek infazların ilklerindendir.
91-92, infazsız haftanın, zaman zaman günün geçmediği bir dönem olacaktır.
Nisan 1991’de İzmir’de Faruk Bayrakçı ve Olcay Uzun’un infaz edilmesini, Temmuz 1991’de İstanbul’da aynı anda 10 devrimcinin infaz edilmesi izleyecektir. 1992 Nisan’ında İstanbul’da yine aynı gecede 11 devrimci birden katledilecektir.
Her infaz sonrasında, Bakanlar, Başbakanlar, Kontra şefleri, ölüm mangalarının gözlerinden öpecek, onları başarılarından dolayı kutlayacak; infazlara yönelik eleştiriler karşısında devlet, Demirel’lerin ağzından “polisimizin elini soğutmayın” diyecektir.
Polisin eli hiç soğumayacaktır bundan böyle.
Egemen sınıfların döktüğü kan, böyle böyle akmaya devam edecektir.

“KAYIP” TERÖRÜ:

“Kaybetme” politikası, Latin Amerika’da yıllardır uygulanıyordu. Ülkemizde de “Cumhuriyet hükümetleri” ve “TC cuntaları” zaman zaman başvurmuştu “kaybetme” politikasına. Ama bu sistemli, sürekli bir hal almamıştı. Ta ki, 1990’ların başlarına kadar...
1991’de Yusuf Erişti’yle başlayan kaybetme politikası, Soner Gül ve Hüsamettin Yaman’la, Hüseyin Toraman’la, Ayhan Efeoğlu’yla devam etti. Tesbit edilebilenlerin sayısı, önce yüzlere, sonra 400’lere, 500’lere ulaştı. Bugün artık rakamı sadece “binlerce” ifade edebiliyoruz.
96-97’lerde yoğunluğunu kaybeder gibi göründü kaybetme politikası. Ama 1998’de dört devrimcinin birlikte kaybedilmesi ve bunların askeri bir kışlada sorgulanıp, Seferihisar açıklarında bir sandala konulup bombayla açık denizde batırıldığının ortaya çıkması, oligarşinin bu politikayı terketmediğini tekrar hatırlattı.
Son olarak bilindiği gibi, Ebubekir Deniz ve Serdar Tanış, 2001 Ocak ayında Silopi’de kaybedildiler.
1994-1999 yılları arasında infaz ve işkencede, gözaltında ölüm sayısı, resmi kayıtlara ulaşılabildiği kadarıyla 905’dir.
Aynı dönemde, KAYIP başvurusu 850 civarındadır. Bunlar, her biri bir insan hayatının yokedilmesi demek olan rakamlardır.
Sıvas katliamı - 2 Temmuz 1993: Resmi görevlilerin yol vermesiyle gericiler ve faşistler, bir otelde bulunan ilerici aydın ve sanatçıları diri diri yaktılar. 36 ölü ve 8’i ağır 24 yaralı resmi kayıtlara geçti.
Gazi, Ümraniye katliamı - 12-14 Mart 1995: Devletin hiç "aracısız" açıkça gerçekleştirdiği katliamlardan biridir. Yoksul gecekondu halkına ölüm mangaları tarafından saldırıldı. 18 ölü... Yüzlerce yaralı...
"30 bin ölü": Bu rakam çok sık telaffuz edilir bu ülkede. Rakamın doğruluğunun hiç bir garantisi yoktur. Ama rakamı doğru kabul etsek bile, öncelikle herkes bilmeli ki, bunların çok büyük çoğunluğu ulusal hakları için mücadele ettiğinden dolayı katledilen Kürt yurtseverleridir. 30 bin kişinin katili de, hem Kürt halkına karşı imha ve asimilasyon politikası izlemeleri hem de bizzat askeri anlamda giriştikleri katliam operasyonları nedeniyle Türkiye oligarşisi ve ona ekonomik, siyasi askeri destek verenlerdir.
Hapishanelerde 20 yıldır kan akıyor; 1980-2000 arası yirmi yılda, Türkiye hapishanelerinde çeşitli biçimlerde toplam 277 tutuklu ve hükümlü katledilmiştir.
1995’ten itibaren hapishanelerdeki basıklar açık bir katliamcılığa dönüşmüştür: 1995, 96 ve 99’da Buca, Ümraniye ve Ulucanlar hapishanelerinde tutuklulara yönelik operasyonlarda 17 tutuklu katledildi.
19 Aralık 2000’de 20 hapishaneye birden düzenlenen saldırıda 28 tutuklu katledildi. Yüzlerce tutuklu ağır yaralandı.
Sonuç yerine;
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, nasıl oluk oluk halkın kanının akıtıldığını, en özet ifadelerle yansıtmaya çalıştık.
Tekrar soruyoruz:

TERÖRİST KİM?

Hiç durmayan işkence tezgahlarını çalıştıranlardan, hiç bitmeyen provokasyonları tezgahlayanlardan, hiç durmadan katleden ölüm mangalarını örgütleyenlerden başka bir terörist olabilir mi?
Tekrar soruyoruz:
Bu kanlı tarihi yaratanlar, "terör"den şikayet edebilir mi?
Böyle pervasızca kan dökenler, adaletten, hukuktan söz edebilir mi?
Türkiye Cumhuriyetini yönetenler;
İşte sizin eseriniz olan terör!
İşte sizin terör ve katliam dosyanız!
Bunlar sizin suçlarınız.
Türkiye halkının emeğine el koyan sömürücüler; tekelci burjuvalar, toprak ağaları:
Bu suç dosyası, aynı zamanda sizin suç dosyanızdır.
Çünkü sizin sömürünüzü sürdürmek için döküldü bunca kan.
Ülkemizdeki faşist yönetimleri destekleyen başta ABD olmak üzere tüm emperyalistler:
Hiç kuşku yok ki, Türkiye tarihi boyunca akıtılan bu kandan siz de sorumlusunuz.
Siz desteklediniz bu kan dökücü iktidarları. Daha da ileri gidip, bizzat örgütlediniz bu terörü. Kan dökme konusunda eğittiniz.
ABD ve Türkiye oligarşisi, terörist arıyorsa, kendine bakmalıdır.
“Terör suçlusu” aranıyorsa, bu ülkeyi onyıllardır yönetenler, bu ülkenin ordusunda, polisinde onyıllardır yöneticilik yapanlar, baş terör suçlularıdır.
Teröristler, yaptıklarının cezasını elbette cekecekler.
Tarih onları yargıladı çoktan. Yargıladı ve mahkum etti.
Dünya halkları, tarihin hükmünün tecellisini er geç sağlayacaklardır.
ABD’nin ve oligarşinin “terör yaygaraları” bunu engelleyemez.

sema eren | 15 Ocak 2011, Cumartesi 05:47

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder