30 Nisan 2012 Pazartesi

Türk Tarihçileri, Ayşe Hür’ün Makalesi ve Kürtler

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, Kürt ulusuna ait tarih araştırmalarının/yazımının tümden yasaklanması, bu siyasi uygulamaya bağlı olarak Kürt tarihçiliğinin ve Kürt kökenli tarihçilerin ortadan kaldırılması süreci, Kürt toplumunu düşünce yoksulluğuna sürüklediği gibi, akademik anlamda yaklaşık yarım asır Kürt tarih araştırmalarına de olumsuz etkiler yapmıştı. Örneğin; Türk yönetiminin katı kurallarla
Kürdistan’da uyguladığı sömürgeci anlayıştan dolayı, 1925’ten sonra akademik anlamda yetişmiş Kürt tarihçilerinden bahsetmek mümkün değildir. Özellikle 1930’lardan sonra Türk yönetimi tarafından görevlendirilen Türk tarihçiler, Kürtler adına tarihçilik yapma vazifesini üstlenerek, Türklük buluşlarıyla bütünleştirdikleri hayallerle, Kürtlere yeni bir geçmiş yaratma çabasını harcıyordular. Türkçülük çerçevesi içinde Kürdistan’da yeni bir geçmiş yaratmaya çalışan tarihçiler, Kürtlere ait belge ve bilgileri yok etmekle de görevliydiler.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk sömürgeciliğinin ve bu sömürgeciliğin bir parçası olan tarihçilerin “Kürtlere yeni geçmiş“ yaratma zihniyeti, günümüzde değişik siyasal anlayışlarla hala büyük oranda sürdürülmektedir. Türk tarihçiler tarafından “yeni geçmişin“ fantazileriyle “dağ Türkleri“ sıfatıyla nitelendirilen Kürtler, Türklük gururuyla, bu “yeni geçmişleriyle“ mutlu olmak zorundaydılar. 1930’larda yaratılan “yeni geçmişe“ ve “Dağ Türklüğüyle” mutlu olmak istemeyen Kürtler,Türk tarihçilerin araştırma- incelemelerinde vatan haini, çapulcu, hırsız, gerici, irticacı, feodal ve eşkiya/şaki gibi sıfatlarla nitelendirilmişlerdi.

Yani Türk tarihçileri, Türklük ideali ile taçlandırılarak mutlu edilmek istenen Kürtler ile çapulcu hain Kürtler zihniyetiyle, Kürtler adına tarihçilik yaparak, somut belgelere dayanmayan hayali araştırmalarını geliştiriyordular. Kürt ve Ermeni tehcirinde (1914-1918) birinci dereceden sorumlu olan Türkiye’nin (1923) kurucu kadrolarının talimatlarıyla hareket eden sömürgeci ulusun tarihçileri, sömürge Kürdistan’a Türk ırkının çıkarlarına göre yaratılan ve Türklükle şekillendirilen „yeni geçmiş“ ile yön vermeye çalışıyordular. Örneğin;1925-1940 tarihleri arasında ortaya çıkan Kürt milli hareketleri hakkındaki bilgiler, Türk tarihçileri tarafından tahrif edilerek, olumsuz bir şekilde kamuoyuna yansıtılıyordu. Günümüzde ağırlıklı olarak sömürgeci ulus tarihçiliğiyle hareket eden Türk tarihçiler, sömürge Kürdistan örneğinde hala 1930 ve sonrasındaki uygulamalara farklı siyasal yaklaşımlarla devamlılık kazandırmaya çalışmaktadılar.

Kürdistan tarihinde siyasal amaç ve örgütlülük anlamında çok önemli bir yere sahip olan „Ağrı Kürt ulusal hareketi“(1926-1930) ile ilgili 1930’lardan sonra Türk tarihçiler/yöneticileri tarafından kamuoyuna verilen bilgiler, Kürt tarihinin tahrif ediliş biçimine iyi bir örnek teşkil etmektedir. Fakat günümüzde Türk tarihçilerinin bu zihniyetine karşı, Kürt tarihinin o dönemleri hakkında birinci veya ikinci elden bilgilere sahip olan Kürt kökenli araştırmacıların, yazarların veya o dönemlere yakından tanıklık etmiş şahsiyetlerin, sahip oldukları bilgileri Kürt kamuoyu ile paylaşması, Türk tarihçileri arasında önemli oranda siyasal ve düşünsel kırılmalara/hayal kırıklıklarına yolaçtığını söylemek mümkündür. Örneğin;Ağrı Kürt ulusal hareketinin tanıklarından/mağdurlarından Kürt siyasetçi ve yazar Yılmaz Çamlıbel’in "Kervan yürüyor-Anılar“ ve "Ağıri sahipsiz değildir“ adlı çalışmaları, belgesel anlamda çok değerli bilgiler içermektedirler.

1930’larda Kürtlere “yeni geçmiş” bulma, Kürtler adına tarih yapma ve 20.yy.Kürt milli hareketleri örnek alınarak, Kürtleri aşağılama biçiminde yapılan tarihçilik, etkisini hala günümüz Türk tarihçileri arasında kendisini büyük oranda göstermektedir. Türk tarihçi Ayşe Hür’ün Taraf gazetesinde çıkan “Ağrı dağında bir Kürt Cumhuriyeti“ adlı makalesi konumuza iyi bir örnek teşkil etmektedir. Genel anlamda makalesinde Türk ordusunun bir başka ülke olan Kürdistan topraklarında/sınırlarında niçin bulunduğuna hiç temas etmeyerek, Ağrı Kürt milli hareketi ve „Kızıl Kürdistan“ hakkında bazı bilgiler vermeye çalışan Ayşe Hür, makalesinin bazı bölümlerinde Kürt milli hareketini ”eşkiyalık,hırsızlık ve çapulculuk“ ile açıklamaya çalışmaktadır.

Örneğin:.Eşkıyalık mı isyan mı? 16 Mayıs-17 Haziran 1926 arasında yaşanan bir olayla gerilmişti. Türk resmi tarihçileri tarafından ‘isyan’ kategorisine sokulan bu olay aslında Yusuf Taşo adlı bir eşkıyanın, o sırada il olan Beyazıt’ın Muson Bucağı’na bağlı Kalecik Köyü’nden bir miktar hayvan çalarak Ağrı Dağı’na çıkmasıyla başlamıştı. Hükümet çapulcuları cezalandırmak için 28. Alay’ı görevlendirmiş ancak Alay hezimete uğramış, geride iki topunu, hayvanlarını ve eşyalarını bırakarak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine, 15 Haziran’da 9. Tümen görevlendirilmiş, 17 Haziran’da Taşo ve adamları İran’a kaçtıkları için yine devleti tatmin eden bir sonuç ortaya çıkmamıştı….“ (Taraf gazetesi, 24.05.09). Ayşe Hür, bir tarihçi olarak Türk ordusunun Kürdistan’da hayvan çalan hırsızlarla büyük çatışmalara girmeyeceğini, bir hırsızın “28.Alayı“ hezimete uğratmıyacağını çok iyi bilmektedir. Ayşe Hür, bu makalesinde bilgi eksiliğinden çok, bilinçli bir düşünsel anlayışın temsilcisi olarak hareket etmektedir.

Örneğin; resmi Türk tarihçilerini de Kürt milli hareketini “isyan kategorisinde“ gördükleri için eleştirmektedir. Bunun bir “eşkiyalık ve çapulculuk“ hareketi olduğunu dile getirmeye çalışan Hür, bu anlayışı ile 1930’larda Kürt milli hareketlerine karşı geliştirilen tarihçilik zihniyetiyle buluşmaya çalışmaktadır. 1925-1938 yılları arasında ortaya çıkan Kürt milli hareketlerini düşünsel anlamda farklı göstermek ve propaganda mahiyetinde aşağılamak için Türk yönetiminin kullandığı kavramlar, Ayse Hür’ün eşkiyalık, çapulculuk ve hırsızlık söylemleriyle birebir buluşmaktadır. Ayrıca “Ağrı Kürt milli hareketi“ hakkında çokça bilgi ve belge olmasına rağmen, Türk tarihçi Ayşe Hür makalesinde hala “eşkiyalık mı isyan mı?“ biçiminde konuyu algılaması, sömürgeci ulus tarihçiliğinin siyasal özelliklerine işaret etmektedir.

Ağrı Kürt milli hareketini yakından bilen ve birebir mağduru olan (Yılmaz Çamlıbel, Kürt milli meselesinden dolayı 1943 yılında çocuk yaşlarda ailesi ile birlikte Çorum’un Alaca kazasına zorunlu iskana tabi tutulmuştu.) Kürt siyasetçi ve yazar Yılmaz Çamlıbel, "Agıri sahipsiz değildir“ adlı belgesel yayınında şunları dile getirmektedir…



 “Ağrı’daki ilk savaş 16 Mayıs 1926 tarihinde başladı. İhsan Nuri Paşa gelinceye kadar, Ağrı savaşlarını iki yıl boyunca, Biroye Hesike Teli yönetmişti…Genel kurmay başkanlığı Biro’yu yakalama görevini, Bayazıt 28.Alayına verdi. Yardım amacıyla, Misun nahiyesindeki Karaca köyündeki jandarma bölüğünü de, 28.Alay’ın emrine verildi. Türk ordusunun yaptığı plana göre, Karaca jandarma bölüğü, 15 Mayıs günü Karabulak üzerinden geçip Hemzekent’e ulaşacaktı. 28.Alay ise aynı gün, biri Zorava, diğeri Çiftlik köyü olmak üzere iki koldan yürüyüp Mıhtepe’yi kuşatıp, direnişçileri yakalayacaktı. Beyazıt Alay’nın Ağrı’ya doğru harekete geçip Mıhtepe’ye doğru ilerlediğini öğrenen Biroye Hesike Teli, ustaca bir plan hazırladı.

15 Mayıs gecesi, emrindeki 10 kişiyi büyük Ağrı’nın güneyindeki Yeşiltepe’ye yolladı. Kendisi de yanındaki adamlarıyla birlikte, Mıhtepe’nin batısında bulunan İnek Vadisinde saklandı.Yeşiltepe’ye ulaşan grup, verilen emir gereği, Türk ordusu tarafından görülecek şekilde gece boyunca bir çok yerde ateşler yaktı. …16 Mayıs sabahı Türk ordusu arananları yakalamak için, Yeşiltepe’yi çembere almak için harekete geçti…Kürt savaşçılar, Türk ordusuna üç koldan saldırdılar…Türk ordusunda panik başladı. Silahlarını atanlar, Bayazıt’a doğru kaçmaya başladılar…Türk ordusu bozguna uğratılmıştı…Esir askerlerin silah ve malzemelerine el konuldu ve kendileri serbest bırakıldı…” Yılmaz Çamlibel devamla 16-17 Haziran olayları hakkında da şunları aktarmaktadır: “..Sivil halk ve hayvanlar Gurgure ve Kozlu üzerinden İran’a geçirilecekti.,45 kişiden oluşan savaşçı grubu, siviller ile hayvanları Kozlu üzerinden İran’a geçirmek için görevlendirildi…17 Haziran safağıyla beraber Kürt savaşçılar, Kozlu cıvarında doğudan ve batıdan Türk ordusuna saldırdılar. Açılan koridordan siviller ve hayvanlar İran’a geçti…içerde 60 kişiden oluşan savaşçı grubu da, bu koridordan İran’a geçmeyi başardı... (bkz.Yılmaz Çamlıbel, Agıri sahipsiz değildir).

Türk tarihçi Ayşe Hür’ün 16 Mayıs-17 Haziran 1926 tarihleri arasında gelişen olayları, Yusuf Taşo hırsızlığıyla açıklaması, çapulcu ve eşkiya hareketi olarak nítelendirmesi, Kürt tarihine, Cumhuriyetin kuruluşundan beri resmi ideoloji doğrultusunda nüfuz etmeye çalışan,Türk tarihçilerinin değişmeyen siyasal özelliklerinden birini teşkil etmektedir.Türk ordusunun dağda savaşan Kürtlerin kadınlarına, yaşlılarına, çocuklarına, malvarlıklarına ve ekonomik yaşamları için çok önem arzeden hayvanlarına yönelik acımasız ve ölümcül politikası, sayısız örneklerle bilinmektedir. Kürt savaşçılar, Cumhuriyet tarihi boyunca, mümkün olduğu sürece, Türk ordusuna bu fırsatı vermemek için, herşeylerini yanlarına alıyordular/yukarıda da açıklandığı gibi emniyetli bir alana yerleştiriyordular. Bu durumları hırsızlık, çapulculuk veya eşkiyalık ile açıklamak, tarih biliminin hangi alanına girmektedir? Tarih bilimi sömürgeci ulusun çıkarlarına göre değil, olgular ve belgelerin tarafsız incelenmesiyle yapılır.

Ayşe Hür makalesinin devamında şunları dile getirmektedir: “..13-20 Eylül 1927’de Kürtleri kovalayan Türk kuvvetleri yine başarısız olunca İran’ın Cemiyet-i Akvam’daki temsilcisi Furugi Ankara’ya geldi. Ekim ayının başında, 4.000 kişilik bir Kürt birliği, Beyazıt’ı bastı ve bazı Türk subay ve erlerini İran’a kaçırdı…Tarihe ‘Beyazıt Olayı’ diye geçen bu yüz kızartıcı baskını aslında, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri süregelen Kürt Meselesi’nin bir parçasıydı., ”(bkz.Taraf gazetesi,24.05.09).Türk tarihçi Hür,Kürt savaşçıların Bayazıt vilayetine yaptıkları baskında,bu Kürt vilayetini ele geçirmeleri sonucunda, Türk subaylarını, askerlerini esir almalarını ve Türk ordusuna mensup olan esirleri emniyetli bir alan olarak gördükleri doğu Kürdistan’a götürmelerini, neden yüzkızartıcı bir “baskın” olarak değerlendirmektedir. Türk ordusunun neden bir başka ülke olan Kürdistan’da bulunduğunu sorgulamayan Ayşe Hür, sadece sömürgeci Türk ordusuna karşı gelmeyi ayıp/yüzkızartıcı olarak değerlendirmesi, sömürgeci anlayışın tarihçiler üzerindeki etkisini de karşımıza çıkarmaktadır. Ayrıca “yüzkızartıcı bir baskın” olarak nitelendirdiği olayı, Kürt meselesinin bir parçası olarak da değerlendirmesi,tarih bilimine uymayan bir çelişkiyi karşımıza çıkardığı gibi, Kürt meselesine yönelik resmi ideolojinin talimatlarıyla hareket eden Türk tarihçilerinin, günümüz Kürt tarihi karşısında büyük bir çıkmazın içinde olduklarına da işaret etmektedir.

Kürt yazar Yılmaz Çamlıbel bu konuda şunları dile getirmektedir:“..işte tam bu aşamada,Kürt direnişçiler saklandıkları yerlerden çıkıp Türk ordusuna saldırdılar…bu ani baskınlar sonucunda, Türk ordusunun komuta kademesi, savaş alanını terk edip kaçtı. Bir çok subay ve asker esir alındı. Esir alınan subaylardan biri, 29.Alay komutan yardımcısı Tevfik, diğeri ise birinci bölük komutanı Nuri idi..Kürt direnişçilerinin en büyük hedefi 29.Alay’dı. Zira bu Alay sivil Kürtlere işkence etme, ev, tarla, otlak yakma, hayvanları öldürme, ırza geçme, direnişçilere yardım edenleri işkence ederek öldürmesiyle ün kazanmıştı..”(bkz.Yılmaz Çamlıbel, Ağıri sahipsiz değildir). Kürtleri yüzkızartıcılıkla suçlamayı tercih eden Ayşe Hür, yüzkızartıcı olaylarla Kürdistan’da ün yapan Türk subay ve askerini unutulmuşluğun içine alarak, koruması, sömürgeci ulusu savunan, savunmacı tarihçiliğe işaret etmektedir.

1914-1918 Ermeni ve Kürt tehcirini de bu makalede sözkonusu eden Ayşe Hür, Xoybun Cemiyeti (1927) üzerinden İttihatçı yönetimin soykırım anlayışını Kürtlere yüklemeye çalışmakta ve Kürtleri, Ermenileri katletmekle suçlamaktadır.Yani soykırımın asıl failleri olan İttihatçı ve onların devamı olan Cumhuriyetin kurucu kadrolarının suçlarını üstlenecek “katil arama”düşüncesi öne çıkarılmaktadır. Örneğin;Ayşe Hür şunları dile getirmektedir:”..bir zamanlar fail ve mağdur olarak karşı karşıya gelen Kürtlerin ve Ermenilerin zoraki evliliği ortaya çıktı…”(Taraf gazetesi,24.05.09). Kürt-Ermeni ilişkilerinin köklü bir tarihe sahip olduğu ve Xoybun cemiyeti ile daha da geliştirilmek istendiği biliniyor. Burada “zoraki evlilik”, fail ve mağdur” ilişkisi veya düşüncesi sözkonusu değildir.

Sonuçta Türk tarihçilerinin 20.yy’da ortaya çıkan Kürt ulusal hareketlerini sık sık çapulculuk, eşkiyalık ve yüzkızartıcı olaylarla aşağılaması, Kürt tarihinde olmuş olayları tahrif etmeye çalışmaları, tarih bilimine uymayan sömürgeci bir siyasal tutumu karşımıza çıkarmaktadır.

 Ali Haydar KOÇ

demanu.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder