10 Nisan 2012 Salı

Zilan Deresi, Kasaplar Deresi ve Uludere!

                   
Yaşamın başka bir adı da direnmektir…

Zulme, haksızlığa, yoksulluğa, baskıya, işkenceye direnmektir yaşamak.


Yaşamak, bazen, ayakları buz kesmiş küçücük bir çocuğa yünden bir çift çorap almak için dağlara çıkmakken, bazen de çıkılan dağda soğuktan buz kesmiş ayakları kesmektir.

Yaşamak bazen özlemi çekilen bir çift kara gözün uğruna gurbet çekmekken, bazen de özlemi çekilen memleket hasreti uğruna bir çift gözü feda etmektir.

Bir Şili’li kadının kaybettirilen oğlunun fotoğrafıyla Plaza De Mayo’da eylem yaparken Galatasaray Meydanındaki annelerin ellerinde taşıdıkları “vesikalık” suretlere selam yollamasıdır bazen yaşamak.

Yaşamak, meydanlarda özgürlük çığlığı atan bir babanın yuttuğu biber gazıyla döktüğü gözyaşlarının, bir gerilla annesinin öldürülen oğlu ya da kızı için döktüğü gözyaşlarına karışmasıdır bazen.

Ağrı isyanında Zilan Deresinde öldürülen masum köylülerin kanıyla büyümüş bir ağacın gölgesinde Süphan’a, Ağrı’ya, Gabar’a, Cudi’ye, Zagros’a yönelip çığlık atmaktır bazen.

Belki de doruklarına sevdalanıp çıkmaktır o dağların zirvelerine…

Ya da kemikleri bile bulunamayan oğlunun kemikleri peşinde olan yaşlı bir Kürt Anasının, Kasaplar Deresinde dizlerini ve başını iki avucunun içiyle dövmekten bitap düşmesidir belki de yaşamak.

Her Kürt İsyanından sonra Batı’ya, sürgüne gönderilenlerin güneşin doğuşuna yönelerek ellerini semaya kaldırıp, hasret çektiklerine kavuşmak için dua etmeleridir belki de yaşamak.

Ya da Mengene Dağında General Muğlalının hışmından kurtulan bir Kürd’ün “Otuz Üç Kurşuna” duyduğu nefretle yaşaması ve “Kirvem, hallarımı aynen böyle yaz!” demesidir

Belki de yaşamak Diyarbakır Zındanındaki oğluna görüş gününde, Kürtçe konuşmak yasak olduğu ve Türkçe de bilmediği için bin kez “Oğlım nasılsın?” diyen kadının hissettikleridir.

Ya da Cumhuriyetin kurulduğu günden bu güne geri bıraktırılarak adları “Hayına, Kaçakçıya” çıkarılmış gencecik otuz beş canın, uçaklardan atılan bombalarla paramparça edilerek öldürülmesinden sonra yazı yazmaktır yaşamak.

Devletin arşivlerinde çokça dere vardır bu coğrafyadan.

Kızıldere, Zilan Deresi, Kasaplar Deresi gibi…

Şimdi de ULUDERE…

Ben bu gün Apê Musa’nın şiirini bir kez daha dinledim.

Siz de dinleyin Apê Musa’yı…

“Kekik, reyhan ve kaçak tütün kokusu taşırdı rüzgar.

Alçak damlı evlerin yüksek, küçük pencerelerinden soluk ışıklar yayılır geceye…

Köpek havlamaları korkulara karışır, galyani beslerdi.

Sonra dağlardan kurşun sesleri gelirdi belirli belirsiz…

Namlunun ucunda çırpınırdı yürekler, ağıtlar yankılanırdı dağlara doğru…

Kapılar kırılır talan edilirdi sevdalar, umutlar ve insani olan ne varsa…

Ve kan akardı derelerimizden…

Zilan, Munzur, 33 kurşun, Newala Qesaba ve ülkemin bütün derelerinde…

O iklimlerde kalırdı acılar, duymazdı bir Allahın kulu çığlığımızı…

Ve çığlığımız dağlara savrulurdu…

Karabasan gecelerin sabahlarında direnmek kalırdı Kürd’e…

Yaşamanın bir başka adı DİRENMEK’ti.”

Evet, Berxwedan Jiyane…

Ya da,

Jiyan Berxwedane…


Mehmet Şafi Ekinci

Kaynak: http://www.jiyan.org/2011/12/31/zilan-deresi-kasaplar-deresi-ve-uludere/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder